Servet Mullaoğlu: Adaletin Koruyucusu mu, AK Parti’nin Kayıp Hukukçu mu?

Servet Mullaoğlu: Adaletin Koruyucusu mu, AK Parti’nin Kayıp Hukukçu mu?
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türk siyasetindeki son gelişmeler, Hatay Milletvekili Servet Mullaoğlu’nun gözünden oldukça dikkat çekici ve düşündürücü. Mullaoğlu, eski hukuk fakültesi arkadaşı ve şimdiki AK Parti’nin önemli figürlerinden biri olan Bekir Bozdağ’ın hukuki kimliğine ve siyasi kariyerine dair çarpıcı açıklamalar yaptı.

Mullaoğlu, Bozdağ’ın hukuk fakültesindeki başarılı günlerini hatırlatarak, onun hukukçu kimliğinin AK Parti’deki siyasi yaşamı nedeniyle gölgede kaldığını iddia ediyor. Bu durum, Türk siyasetindeki hukuk ve siyaset çatışmasının somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Mullaoğlu, Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararların uygulanmamasının Meclis’in görevi olmadığını vurgulayarak, hukukun üstünlüğüne olan inancını dile getiriyor.

Özellikle Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyelerinin 1980 darbesinin üyeleriyle karşılaştırılmasını yaparak, Anayasa’nın ihlali konusunda sert eleştirilerde bulunuyor. Bu karşılaştırma, Türkiye’nin hukuk tarihindeki kritik anları ve bu tarihin tekrarlanma riskini gözler önüne seriyor.

Mullaoğlu ayrıca, Hatay halkının iradesine ve geçmişteki siyasi davaların mağdurlarına saygı gösterilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu açıklamalar, Türk siyasi tarihindeki acı olaylara ve hukukun siyaset karşısındaki duruşuna dikkat çekiyor.

Deprem konusuna da değinen Mullaoğlu, afetlere karşı daha dirençli kentler oluşturulması gerektiğinin altını çiziyor. Bu bağlamda, Belediyeler Yasası’nın değişmesi ve afet yönetimine daha fazla kaynak ayrılması gerektiğini savunuyor. Kendi kanun teklifi ile ilgili bilgiler vererek, Türkiye’nin afet yönetimi konusunda ciddi bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu belirtiyor.

Mullaoğlu’nun bu açıklamaları, Türkiye’nin hukuk, siyaset ve afet yönetimi alanlarında karşı karşıya olduğu zorluklara ve çözüm yollarına ışık tutuyor. Hukukçu kimliği ve siyasi tecrübesiyle Mullaoğlu, bu konularda derin bir perspektif sunarak, Türk siyasetindeki mevcut durumu ve gelecekteki olası gelişmeleri gözler önüne seriyor. Konuya ilişkin yaptığı açıklamalarda şu ifadeleri kullandı;

”Öncelikle, biz Sayın Bekir Bozdağ’la hukuk fakültesinde dört yıl beraber okuduk. Söylemeliyim ki çok başarılı bir hukuk öğrencisiydi, gerçekten hep dereceyle bitirirdi dönemlerini. Ben şuna inanıyorum ki hukuk öğrencisi Bekir Bozdağ olsaydı dünkü kararı başına silah dayasalar da asla okumazdı ama öyle anlaşılıyor ki AK PARTİ’de siyaset yapması artık hukuk bilgisini biraz herhâlde unutturmuş gözüküyor.

Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali olduğuna 2 defa karar verdiği bir mahkeme kararını uygulamak Meclis’in asla görevi değildi. Biraz hukuk bilgisi olan herkes bilir ki Anayasa’nın 153’üncü maddesi kesinlikle yoruma açık bir konu bırakmamıştır. Bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi kararına karşı direnmesi bir darbedir, asla kabul edilebilir bir şey değildir ve hukuk devletinde asla karşılık bulan bir eylem veya bir davranış biçimi değildir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesinin üyeleri ile 1980 darbesini yapan üyeler arasında hiçbir fark yoktur. Onlar da Anayasa’yı kaldırmışlardır, bunlar da Anayasa’yı fiilen kaldırmışlardır. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin o hâkimleri eğer okuma yazma bilmiyorlarsa belki okuma yazma öğretilebilir ama öyle anlaşılıyor ki vicdanları da yok; işte vicdan sahibi olmayanlara sonradan vicdan öğretilmiyor ve vicdan sahibi olmayanların bu memlekette hâkim olmasını asla kabul etmiyoruz.

Hatay halkının belli bir iradesi oluşmuştu ve Hatay halkının o iradesine herkes saygı duymalıydı ve dünkü yaşanan kara leke maalesef tarihin tozlu sayfalarında yer alacaktır. Geçmişte birçok siyasi davada yine benzer hâkimler çeşitli gerekçeler uydurmuşlardır ama biz o haksız yere idam edilenleri bugün saygıyla anıyoruz ama o kararları veren hâkimleri de lanetle anıyoruz. İşte bu kararı verenler de tarihte lanetle anılacaktır.

Biz deprem meselesine siyasetüstü yaklaşılması gerektiğini sürekli ifade ediyoruz. Burada en önemli sorun, millî güvenlik meselesi algımızın değişmesi gerekiyor. Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini ilgilendiren her şey, millî güvenlik meselesi olarak algılanmalıdır. Sadece iç ve dış tehdit algısından oluşan bir millî güvenlik algısının artık yetmediği, doğru yönetilmediği açıktır. Dolayısıyla, depremlerin millî güvenlik meselesi çerçevesinde değerlendirilmesi ve ona göre planların olması gerekmektedir. 6 Şubattaki depremler bize gösterdi ki yönetim olarak Hükûmetin hiçbir hazırlığı olmadığı ortaya çıktı.

Tekrar bu acıların yaşanmaması için bizlerin afetlere dirençli kentler oluşturma zorunluluğu var. Bunun için de Belediyeler Yasası’nın mutlak surette değişmesi ve bu çerçevede bir sürü mevzuatın değişmesi gerekmektedir. En önemli şey, bir kentin geleceğinin sadece bir belediye başkanına bırakılmaması gerçeğidir. Bunun için ben bir kanun teklifi verdim.

Belediyeler Yasası’nın 61’inci maddesinde çerçevesinde bütçenin yüzde 40’ının afetlere dirençli kent oluşturulması yönünde harcanmasının zorunlu hâle getirilmesini istiyoruz. Çünkü bundan sonra kentin geleceğinin sadece bir kişiye bırakılmasını doğru bulmuyoruz. Başımıza ne geldiyse hep tek kişinin hukukuyla, talimatlarıyla başımıza geldi. Onun için, bizim fikirsel anlamda bir değişikliğe, bir yönetim devrimine ihtiyacımız var.” dedi.

 
BİZİ TWİTTER'DAN TAKİP ET ►►►► https://twitter.com/personelilantc
BİZİ TELEGRAM'DAN TAKİP ET ►►►► https://t.me/personelilan
0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Servet Mullaoğlu: Adaletin Koruyucusu mu, AK Parti’nin Kayıp Hukukçu mu?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir