Türkiye ekonomisinin temel direklerinden biri olan faiz oranları, Türkiye Merkez Bankası’nın (TM) yakın zamanda gerçekleştirdiği beklenen 500 baz puanlık artış ile %35 seviyesine yükseltilmişti. Bu gelişme, Türkiye’nin 10 yıllık devlet tahvili getirisinin Ekim ayının sonunda %25,9 seviyesinde minimal bir değişim göstermesine neden oldu.
Aslında bu durum, alışılmadık politikalar silsilesinin en belirgin ayrılmalarından biri olarak karşımıza çıktı. Faiz artırımı, üst üste beşinci kez gerçekleşirken, bu politikanın temel hedefi enflasyon oranlarını kontrol altına almaktı.
Haziran ayından bu yana, TM, enflasyonla etkin bir mücadele sergileyebilmek, iç talebi sınırlandırmak ve yerel tahvil piyasalarına yabancı yatırımcıları çekebilmek amacıyla kredi sıkılaştırma da dahil olmak üzere çeşitli makro ihtiyati önlemler uygulamıştı. Bu süreçte, Türkiye’nin yıllık enflasyon oranı, özellikle vergi oranlarındaki artışlar ve Türk Lirası’ndaki değer kaybının etkisiyle, Eylül ayında %61,5 seviyesine ulaştı. Bu oran, üst üste üçüncü aydır hızlanan bir enflasyon eğilimini işaret ediyordu.
Politika sıkılaştırmasının devam etmesine rağmen, enflasyon oranının yıl sonunda daha da yükselerek %70 seviyesine yaklaşması bekleniyor. Ancak, ekonomistler, gelecek yılın ikinci çeyreğinden itibaren enflasyon oranının yavaş yavaş düşüşe geçeceğini öngörüyorlar.
Türkiye’nin sıkılaştırılmış finansal politikalarının ve faiz artışlarının, ülke ekonomisi üzerinde uzun vadede nasıl etkiler yaratacağı şüphesiz ki, hem yerel hem de uluslararası yatırımcılar tarafından yakından takip edilecektir. Bu makale, Türkiye ekonomisinin mevcut finansal manzarasını ve politika yapıcıların enflasyonla mücadelede nasıl bir yol izlediğini ayrıntılı bir şekilde ele almayı amaçlamaktadır.